Bir köy öğretmeninin hazin hikayesi

Yıl 1971 Haziran’ı. 3 yıldır okuduğumuz öğretmen okulunun bitirme sınavları da yapıldı. Bu sınavda başarılı olanların tayinleri Ağustos ayında çıktı. O yıl Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Demirel hükümetine muhtıra verilmiş ve yerine askari hükümet görev almıştı. Bundan dolayı mezun olan öğretmenleri istediği yere değil, Türkiye’nin dört bir bucağına dağıttılar. Bana da Bakanlıktan gelen tayin kararnamesinde Muş ili Malazgirt ilçesine görevlendirildiniz yazıyordu.
Haritadan geliş, gidiş yollarını, Malazgirt’in yerini bir müddet inceledikten sonra 24 Ağustos’ta yola çıkıp yerim neresi , köy mü, şehir mi diye Malazgirt’e yola çıktım. 26 Ağustos günü yani 1971 Malazgirt Zaferi’nin 100.yılı kutlanıyordu. Malazgirt’te küçük bir otelde yatıp sabah erken ilköğretim müdürlüğünün kapısına gittim. İçeri girip kendimi tanıttım. Malazgirt İlköğretim müdürü beni süzdükten sonra ,’’ senin yaşın kaç?” dedi. ‘’16’’ deyince ,’’ Sen görev yaparsın ama sana maaş ödeyemeyiz.’’ Şeklinde bir beyanı oldu. Ben de okuldan mezun olurken öğretmenlerimin bana tavsiye ettiği kaza-i rüşt kararını Silifke adliyesinden dava açarak almıştım. Yani mahkeme kararıyla annemin-babamın izniyle kazaen rüşte ermekti bu karar. Müdür yazıyı inceledikten sonra beni göreve başlattı. Ama ‘’ sen şu karşıda gördüğün Süphan dağının eteğindeki Kızıl Yusuf köyünde çalışacaksın.’’ Dedi. Dışarıya çıkmıştım. Bir dağa baktım, bir de üstümdeki kıyafete. Süphan Dağı’nın başı dumanlı, eteklerine kadar kardı Ağustos ayında. Benim ise üstümde yazlık bir pantolon, yazlık bir gömlek vardı. Düşündüm. O an içimden ‘’ nereden geldim buraya .’’ der gibi söylenip, Muş’a kalkan ilk minibüse oradan da Elazığ-Adana-Mersin derken tekrar geldim Silifke’ye. Karar vermiştim. Gitmeyecektim. Fakat onca emekten sonra öğretmen olmuştuk. İçimiz idealist bir hizmet aşkıyla doluydu.
Annem-babam filmlerde gördüğümüz İstanbul’a çalışmaya gidenin balyası gibi bir balya hazırladı bana. İçinde bir döşek, yastık , yorgan; aldım balyayı sırtıma, Silifke-Adana-Elazığ-Muş derken o gün Muş’ta bir otelde konakladım. Sabaha kadar tahta kuruları ile savaştım. Sabah balyamı alıp, bir minibüsle tekrar Malazgirt’e ulaştım. Tekrar ilköğretim müdürlüğü ve geldim tekmili ve sonrası müdürün o tarafa gidecek bir kamyonu , bir gübreci dükkanının önünde bana gösterdi.
Kamyon bir sürü eşya ile doldu. Benim balyayı da bir yere sıkıştırdık. Ve öğleden sonra kamyonun üstü eşya dolu, onun üstünde de 20-25 adam görünen Süphan Dağına doğru yola çıktık. Yol topraktı. Kenardaki tepelerden inen sular yer yer çamur yapmıştı. Yolun kuru yerlerinde kamyon bizi taşıyordu, sulu ve çamurlu yerlerinde ise önüne bağlanmış bir iple kamyonu çekerek biz taşıyorduk. Öyle böyle gece yarısı Malazgirt-Ahlat yolu hattındaki Kara Hasan nahiyesine geldik. Karanlıkta herkes dağıldı. Ben oracıkta yapayalnızdım. Benim yalnız kaldığımı gören bir köylü, yanıma geldi. Tanıştık, Kızıl Yusuf okulunun öğretmeni olduğumu söyledim. Adam ,’’ Sen oraya gidemezsin. 6-7 kilometre yaya yürüyeceksin.’’ Deyip yatmak istersen bugün bizde kal. Yatmak istemezsen bir delikanlı vardı o köye gidecek ben onu bulayım, birlikte gidin.’’ Dedi
Aziz diye bir çocukla karanlıkta yola çıktık. Epeyce sohbet ettikten sonra Aziz’in Kızılyusuf köyünden biraz ilerde bulunan Adilcevazda bir köyden evli olduğunu öğrendim. 1-2 laftan sonra Aziz bana ,’’ Hoca, üstünde silah var mı?’’ dedi. Yok deyince ‘’ Bende bir silah var ama keşke sende de olsaydı. Kendimizi korumada kolaylık olurdu.’’ Dedi Yola devam ettik. Tatargazi köyünün köpek seslerini duyunca köyün 1 kilometre uzağından dolanarak geçtik. Maksat köpeğe dalanmaktı çalıyı dolanmaktı.

https://twitter.com/SilifkeGazetesi
Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir