Eylül ayının son günleriydi. Ekim’de maaş almak üzere Kızılyusuf’tan yola çıktık. Recep bize diğer öğretmen arkadaşla birlikte yoldaştı. Akşam üzerine kadar yürüdük. Recep bizi kestirme diye tepelerden aşırarak bildiğim yoldan başka bir yola götürüyordu. Hem de akşam olunca yatacağız şimdi adını bilmediğim bir köy ismi vererek oraya kadar varmalıyız dedi. Recebin rehberliğinde o köye girdik. O bildiği evi buldu ve kapıyı çalmadan içeri girdi. Kürtçe hoşbeşten sonra ev sahibi bizi ağırladı ve yatırdı.
Sabah erken Malazgirt’e doğru yürümeye başladık. Öğle sonuna doğru şehre ulaştık. Bir otel ayarlayıp orada yattık. Ertesi gün ilk maaşımı almak üzere ilçe milli eğitim müdürlüğünün katibine gittik. Elime 875 lira para saydı. Bu benim ilk maaşımdı. Azdı ama bugüne göre belki de 8 bin liradan fazlaydı.
Önce şehirde okul , ev ihtiyaçları gibi küçük elimizde götüreceğimiz şeyleri aldık. Sonra da kış memleketi diye bir siyah cizlavet lastik ayakkabı, bir kadife pantolon, bir de uzun kollu kazak aldım. Bu paradan PTT aracılığı ile aileme de para gönderdim. O gün de Malazgirt’te kaldıktan sonra Recebin rehberliğinde tekrar köy yoluna düştük. Malazgirt savaşının yapıldığı ovayı geçerek yaramış köyüne ulaştık. Yine akşam oldu. Recep yol kenarında bir eve seçmeden balıklama daldı. Şaşırdım. Biz o ne yaparsa aynısını yapıyorduk. Ev sahibi buyur etti. Biz 3 kişiydik, o eve bizden önce 13 misafir daha gelmişti. Şmdi neden böyle bunun üzerinde biraz duralım.
Doğu Anadolu kültüründe o zamanlar beni misafir alır mısın diye bir şey yoktu. Hangi evin önündeysen o eve girebilirdin. O evde misafiri baş tacı ederdi. Çünkü misafir için olmaz diye bir gelenek yoktu. 13 kişi oraya sığışıp yattık. Yatmadan önce de Recep şöyle bir hikaye anlattı, ‘’ Geçmişte böyle yol kenarındaki bir eve, bir misafir uğramış halbuki o evin sahibi bir genç o gün de evlenmiş. Buna rağmen genç ,’’ ben bugün evlendim.’’ Diyememiş ve misafiri konuk etmiş.
Sabah Yaramış’tan yola çıktık Elimizde eğri bastonlar hep tetikteydik. 5-6 saat sonra Karahasan, Tatargazi ve oradan da Kızılyusuf köyüne ulaştık.
Tabii ki ben ilk defa oralarda kışı geçirecektim. Köylüler kar yağmadan kışlık ihtiyaçlarımızı getirmek üzere bizden bir ihtiyaç listesi aldılar. Yanımdaki öğretmen arkadaşım orada 3. senesini çalışıyordu, tecrübeliydi. 5 teneke gaz, küçük tüp, yağ, un, iki çuval patates, iki çuval makarna, bir çuval pirinç, bir çuval bulgul, iki çuval soğan vs, vs diye uzun bir liste yaptı. Muhtara verdi. Muhtar köyden birini Ağrının Patnos kazasının Sarısu beldesine kağnısı ile birlikte gönderdi. Adam bizim ihtiyaçlarımızı iki gün sonra getirdi. Fakat bunları pişirecek mutfak aracı yoktu. Köylüler zaman zaman tavadır, tenceredir en yakın nahiyelerden alıp geliyorlardı.
Ben, ara ara yemek yapmaya çalışırken arkadaşım öyle olunca ‘’ şu eve gidelim.’’ Akşam olunca ,’’ şu eve gidelim.’’ Diye plan yapıp yemek için yer arıyordu. Köylüler de cömertçe davet ediyorlardı.
O gün Ekim ayının beşiydi. Hava birden bulandı. Tipi ile bir kar yağmaya başladı göz gözü görmüyordu. Köylüler karın bu kadar erken yağacağını düşünmüyorlarmış ki koyun, sığır sürüleri hep alandaydı. O tipiden hayvanları kurtarmak için evlere getirinceye kadar köylünün malının yarısı telef olmuştu. Ben kışın şiddetini gördükten sonra ileriki ayların nasıl geçeceğini tahmin ettim.
Köylülerin bize getirdiği ürünlerin parasını vermiştik. Fakat ekmek pişirme olanağımız yoktu. Köylüler bize her gün ununuzu verin birimiz ekmeğinizi tandırda pişirip getirelim dese de biz köyde daha fakir bir aileye unumuzu teslim ettik. Ayda da 150 lira karşılığında her gün bizim ekmeğimizi pişirip eve getirmesini istedik. Ekim’in sonuna doğru kar yerleri kapladı. En hazini de bizi ekmeği pişiren ailenin 5-6 yaşlarında bir kızı her gün bizim ekmeği kolunun altına alırsa ayak yalın karlar üzerinde bize getirirdi. Kız çocuğu dersen yazının başında da söyledik. Kızlar okula gelmiyordu.