İsraf ekonomisi bir zamanlar kitap halinde yayınlanmıştı. 70’li yıllarda Ticaret Bakanı Agah Oktay Güner, “İsraf Ekonomisi” isimli bir kitap yayımlamıştı. O yıllardan bu yıllara bir hayli zaman geçti. Bazı kalemler hiç değişmeden aynı şekilde israf ediliyor. Bazı kalemlerde ise eskinin yerine yeni şeyler çıkmasına rağmen, yeni hiç durmadan yenilendiği için bir tüketim ekonomisi içinde ülkede paramız ve gücümüz israf ediliyor.
Ülkemizde israf edilen bir numaralı yiyecek ekmektir. Sofralardan ve restoranlardan arta kalan parça ekmekleri düşündüğümüzde, o kadar çok ziyan var ki, belki de bizde çöpe atılan ekmek nüfusu 5-10 milyon ülkeyi doyuracak niteliktedir. O zaman ne yapmak gerekiyor? Ekmeklerin boyutunu küçültmek ve dayanıklılığını artırmak.
Benim bildiğim bir israf da Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir türlü tutturamadığı kitap basımıdır. Bildim bileli bir önceki yıl kullanılan kitabın içeriği, her gelen iktidar ve her gelen Milli Eğitim Bakanı tarafından değiştirilmektedir. Her yıl basılan milyonlarca kitap, diğer yıl kullanılamaz hale gelmektedir. O zaman ne yapmak gerekir? Temel kaynak olan ders kitaplarını bir kere yazıp ikide bir değiştirmemek gerekiyor. Bir de bu kitapların ilk basımını sağlam bir ciltte yaparak, arkadan gelen çocuklar da kullanabilir. Sağlam bir kitabı en az 5-6 yıl kullanabilirsek, buradaki tasarrufu bir düşünün.
Öğretmenlik yaptığım Avrupa’da öğretmenler, o yıl çocuklarda bulunan kitapları her yıl sene sonunda toplayarak yıprananları ayırıyor, yıpranmayanları gelecek sene arkadan gelen çocuklara dağıtıyor. Üstelik de kitabın baş sayfasında kitabı kullananların isimleri ve yılları yazılıyor. Yıpratılmayan bir kitabı kimlerin güzel kullandığı orada belli.
5-10 yıl önce Milli Eğitim’de kara tahtanın yerine akıllı tahta furyası başlamıştı. Sanki o yıllarda akıllı tahta almayan öğretmenler ve yöneticiler adeta zorlanmıştı. Şimdi bilemiyorum, bu akıllı tahtalar nasıl, kullanılıyor mu, eğitime katkısı var mı? Varsa ve herkes tarafından kullanılıyorsa bir diyeceğim yok. Ama öylesine satın alınmak için alınmışsa, bence o da bir israf ekonomisiydi.
Türkiye’de bir israf da makam araçları. Bir düşünün, bakanlıklarda, belediyelerde, bazı kurum ve kuruluşlarda bulunan makam araçlarını. Bir makam aracı alacaksınız, para. O bozulduğunda tamir edeceksiniz, para. Ona yakıt alacaksınız, para. Ona makam şoförü bulacaksınız, para. Yani dört bölüm para ödeyerek makam aracı tahsis edeceksiniz. Bir de gereğinden fazla olunca, bakın siz israfa.
Bazı ülkeler makam aracı işini kaldırmış. Çalışan kişi gideceği yere kendi aracıyla gidiyor, ona göre tasarruf yapıyor. Kendi aracını kullandığı için de belli bir vergi iadesi alıyor.
Odacı tahsisi işine ayrı bir israf. Her makamın masasını silecek, çayını getirecek bir odacı olursa Türkiye’de ayrı bir israf kalemi ortaya çıkıyor. Bunun yanında bir diğer israf da, bu teknolojide, bu çağda önündeki aletlerini kullanamayıp onu sekretere havale eden bir anlayış. Bu da başlı başına bir israf.
Fakat diyeceksiniz ki, Türkiye’de işsizlik çok fazla. Türkiye’de her işsizin büyük çoğunluğu üniversiteli. Başka bir deyişle, üniversite bitiren kişilerin çoğu işsiz. Makam şoförü olmayacak, odacı olmayacak, sekreter olmayacak bu insanlara nereden iş bulacağız? Derim ki, tüketim kalemlerinde iş bulmak Türkiye’yi rahatlatmaz. İşsizleri üretim kalemlerine yönlendirerek, emeğinin karşılığında yenilecek, içilecek veya kullanılacak bir ürün ortaya koyması. Bu da iyi bir pazarlamayla ihraç edilebilirse, ülkemiz açısından daha verimli olur. Tüketici bilinci gelişmiş bir Türkiye’de, israf ekonomisi yerine üretim ve tasarruf ekonomisi ön plana çıkarsa, ülkemizin belli hedefleri yakalayabileceğini düşünüyorum.