Bir Köy Öğretmeninin hazin hikayesi 2

Tatar Gazi Köyü’nü 1 km. dışarıdan dolanarak aştıktan sonra süphan Dağına doğru küçük küçük tepeleri aşarak karanlıkta yol almaya devam ettik. Aziz bazen de eşkıya lafını dilendirerek bana korku salıyordu. Nihayetinde karanlık içinde bana “Şu gördüğümüz yer Kızıl Yusuf Köyü” dedi. Orada da yolu köyün dışından alarak onun önceden bildiği köyün biraz uzağında bulunan okula doğru yürüdük. Her yer zifiri karanlıktı. Yine onun önderliğinde bir düzlükte “Burası okul dediği” binaya ulaştık. Yanında lojmanda vardı. Lojmanın kuzeyinde bulunan pencereye başımızı dayadık. İçeride köreziyik bir ışık vardı . Aziz eli ile cama vurdu. Birde ses çıkardı. İçeriden aynı sese cevap cümle olmayan bir ses geldi. Lojmanın doğusunda ki kapıya yöneldik. Kapıyı iri gövdeli, pala bıyıklı ve başı poşulu bir adam açtı. Kapıda Aziz’le bir iki Kürtçe söyleşiden sonra beni içeriye aldı.   İçeride bir somya ve onun üzerine yan böğrü üzerine yatmış biri vardı. Hali pekte iyi değildi. Nihayetinde bu palabıyıklı esmer adam beni iyice süzdükten sonra adımı memleketimi  sordu. Sonra da aç mısın? dedi. Bir şeyler getirmek üzere dışarıya çıktı. Yarım saat  içinde sırtında bir döşek bir yorgan bir yastık ve elinde kap içinde peynir ve üzerinde bir tandır ekmeği getirdi.

Ben gözlerimi somyadan ayırmıyordum. Orada önceden öğretmen olduğunu anladığım arkadaşla bir türlü diyalog kuramadık. Bekçi: “bana müsaade” deyip çıktı. Daha bir iki dakika geçmeden arkadaş somya üzerinde ayağında da kara cizlavet ayakkabı ile uyuya kaldı. Henüz adını bile öğrenmediğim bu arkadaşa bir iki seslendim uyanacağı yok. O anda içime bir susuzluk çöktü. Taştan yapılmış lojmanın penceresş genişti. Üzerinde bir sürahi gördüm.  Su bardağı içinde perdeyi  geri topladım. Perde arkasındaki bardağın yarısına kadar rakı dolu ve yanında da büyük bir rakı şişesi gördüm.  Suyu sürahiden içtim. Yine afakanlı bir düşünce içerisinde bekçinin getirdiği yatağı serdim ve yattım.

Geceye  doğru beni bi şeyler ısırmaya başladı. Bilmem bit, bilmem tahta kurusu, bilmem pire ama dayanmak zorundaydım. Sabah oldu bekçi yine kapıyı çalarak geldi. Evde bir şeyler hazırlatmış kahvaltı olarak onu getirdi. Bu arada oradaki öğretmen arkadaşımın Denizli’nin Çal ilçesinin Bekili nahiyesinden olduğunu öğrendim. Ona dedim ki  “Hocam, akşam konuşamadık ayağında ki ayakkabıları ben çıkardım. Seni yatağa düzgün yatırdım. Çok derdin mi var? Bana dedi ki: “Sende benim gibi burada iki sene kalsaydın. Kafayı üşütürdün.” Ben asker öğretmenim iki yıldır izne bile gidemedim.

Neyse bütün bunları bir köşeye attık dertlilerin anlaşması kolay olur misali öğleni yaptık. Birlikte köy muhtarının evine doğru gittik.  Muhtarla köylülerle  tanışma derken okulu açtık, derslere başladık.

Betondan yapılmış bir okulda iki sınıf vardı. Okula kız çocuğu gelmiyordu. Biz hem okul hem geçinme şartlarımızı düşünerek birkaç günü geçirdikten sonra arkadaşa “Tava, tencere yok mu? Anamın kattığı bulgurdan bir pilav pişireyim”dedim. Bir tencere vardı ama bir aydır bulaşık dedi. Tencereyi aldım okulun önünden geçen çayırlar içinden akan küçük bir su vardı Kumla sürte sürte 1 yıllık bulaşığı kazıdım. Bir pilav pişirerek yedik.

Ekimin başında Malazgirt’e maaş almaya gidecektik. Yalnız gidemediğimiz için. Bu köye Van’dan gelmiş ve Türkçe’yi de çok iyi bilen Recep ile anlaşıp bize yoldaş olmasını istedik. Gideceğimiz gün yola çıkmadan önce Recep bana eğri bir baston buldu. Fiyatının da 12,5 lira olduğunu söyledi. Herkes köyün köpekleri için elinde baston taşıyordu.

https://twitter.com/SilifkeGazetesi
Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir