1 bölüm
1999 yılında Litvanya’nın Küpiškis şehrinden Silifke Belediyesine, aynı yerde yapılacak bir festival için davetiye geldi. O yıl da belediyede başkanlık değişimi olmuştu, Türkiye genelinde de DSP – MHP Koalisyonu kurulmuştu. Kültür Bakanı da hemşehrimiz İstemihan Talay’dı. Ben de Silifke Belediyesi meclis üyesiydim. Belediye Halkoyunları grubunda bulunan arkadaşlar, böyle bir davetin olduğunu bana anlatıp çözümde yardım istediler. Ben de bunu bir görev kabul edip, çalışmalara başladım.
Belediye Kültür Müdürlüğü’nden iki arkadaşı yanıma alıp, kendi arabamla Ankara’ya Kültür Bakanını ziyarete gittim. Önce tanışma, sonra daveti verip derdimizi anlatmaya başladık. Ve Sayın Bakan’dan, Halk Oyunları grubunun Litvanya gidiş-dönüş uçak biletini karşılamasında bize destek vermesini istedik. Uzun lafın kısası, Bakanımız, Müsteşar Yardımcısını çağırıp bu işle ilgili onu görevlendirdi. Ve biz haber beklemeye başladık.
Aradan bir hafta geçtikten sonra, Müsteşar Yardımcısı beni aradı. Biletlerin İstanbul’daki bir havayolu firmasından ayrıldığını bildirdi. Aradan epeyce bir zaman daha geçti; hükümetin geç kurulmasından dolayı bütçede gecikmeler yaşanmıştı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmemişti. Bunun için, bu 25 kişilik uçak parasını kendi cebinizden öderseniz, bütçeden sonra kendisinin bu parayı karşılayacağını söyledi. Ben de diğer bir meclis üyesi arkadaşım M.T. ile bir araya gelip, paranın birazını benden, birazını ondan olmak üzere gerekli parayı tedarik ettik. Dönüşümüzden sonra da biletleri ibraz ederek paramızı aldık.
Bu seyahatte Litvanya’da enteresan olaylarla karşılaştım. İlk inişimiz Vilnius Havaalanı’ydı. Oradan Büyükelçiliğe geçtik. Büyükelçilik bizi ağırladı ve Halkoyunları grubumuza güzel bilgiler aktardı. Eski model bir otobüsle Vilnius’tan Küpiškis’e doğru yol alırken, bize verilen rehberimiz İngilizce öğretmeniydi. İlk sorduğu sorulardan birisi bana “Senin kaç tane hanımın var?” oldu. Bunu karınca kararınca anlattık. Ama kadın, kendi ülkesinde Türkiye ile ilgili yapılan zararlı yayınlardan izlemiş, belliki. Akşam yemeği için 25 kişilik grubumuzla birlikte bir restoranta götürüldük. Geç olduğu için orada büyük büyük sosislerden kahvaltı türü bir yemek hazırlamışlardı. O zamanlar Türkiye’de de, bugünkü gibi her yerde sosis bulmak zordu. Bunu gören bizim çocuklardan birisi fısıldayarak, “Bu domuz olmasın?” demiş. İşte o andan sonra masadan kalkan gitti dışarıya. İçerde ben ve 1-2 kişi kalmıştık. Sosislerin yenmediğini gören festival komitesinden bir bayan bu tepkinin nedenini sordu. Gel gör ki anlat. Kadın ne kadar uğraştıysa boynuz işareti yaparak, “Möö” diyerek bizim çocuklar bir türlü ikna olmuyordu. İş biraz da ölçünün dışına taşmıştı. Ona buna özür dilerken, çocukları ikna etmeye çalışırken oradan ayrıldık. Rehberimize ekmek satan bir büfe veya market sordum. Rehber bizi bir yere getirdi; zaten toplam 13 ekmek kalmıştı. Hepsini aldık. Bu satıcı bizi görünce yüzümüze bakmaya başladı. Zaten günde sattığı ekmek sayısı çok azmış. Kaldığımız yurda geldik. Türkiye’den götürdüğümüz zeytin ve peynirleri çıkardık. Sanki ekmekler yetmedi.
Rehber ve festival komitesi görevlileri, bize neyi yediğimizi, neyi yemediğimizi sordu. İkinci gün sabah kahvaltısında bir de baktık ki soslu balıklar, yanında portakal falan. Bizimkiler yine mırın kırın. Bu işler büyüdü. Festival komitesinin başkanı yemeklerdeki etin ne kadar da inek, koyun olduğunu anlatsa da, Litvanya’da domuz eti yiyen çok az olsa da bizim çocuklar ikna olmuyordu. Neticede bir çare düşündük. Litvanya’da araziler koyun, inek doluydu. Festival komitesindeki görevliye anlattık, biz kendi paramızla bir koyun alalım, keselim ve bizim grubun yemeklerine bu etten koyun koyalım. Kadın “Hay hay” dedi ve gitti. Arabasının arkasında bir koyunla geldi. Bize dedi ki, “Bir çiftlik var, orada bu koyunu kestirelim.” Biz de anladık ki bizim usule göre kesilecek. Bu tartışma biraz devam etti. Bizim grubun içindeki bu işten anlayan arkadaş çiftlikteki mutfaktan bir bıçak, sadır, masat alarak bıçağı yöğlemeye başladı. Festival komitesindeki kadın hayretle izliyordu. Gittiler, arabadan koyunu aldılar, arkadaş elinde bıçak bekliyor, kadın başladı çığlık atmaya. “Ne yapacaksınız?” diye. Bizimkiler de yatırıp keseceğiz dediler. Kadın “Olmaz” diye havaya hopluyor. Ben yine devreye girip, bu koyunu kesmekten vazgeçtiğimizi, komitedeki bayanın hatırına koyunu bağışladığımızı izah ettim. Ve büyük bir alkış aldım…
Devamı Cuma günü..