İnsanoğlu ya da ademoğlu, ilk dünyaya gelişinden sonra Habil ve Kabil’in hikayesini bütün dünya bilir. Allah, görev verdiği peygamberler vasıtasıyla birçok mesleği de insanlara öğretmiştir. Bunun için Habil’e çoban, Kabil’e tarım verilmiştir. Allah karşısında sınandıkları zaman, Allah Habil’i seçtiği varsayımıyla Kabil, Habil’i öldürmüştür. İşte insanın ta o zamanından bu yana birbirleriyle mücadeleleri, bilhassa Orta Doğu coğrafyasında sürmüştür. Ne kadar da peygamberler vasıtasıyla doğru yola çağrılmış olsa da, değişik kabileler, değişik insan ırkları Allah tarafından da, Allah yolundan çıktıkları için helak edilmiş ve yok edilmiştir. Tarihin on binlerce yıl öncesinin derinliğinden bu yana savaşları, ölümleri, yok olan nesilleri saymak, anlatmak bitmez tükenmez.
Şimdi bir girişle yaptığımız anlatımın en son örneği, Suriye’de, Şam’da, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan Seydnaya Hapishanesi’dir. Bu, ne ilk ne de son olacaktır. Tarih, gelecekte bu tip şeyleri çok daha fazla yazacaktır. Bu ilk değildir dedik çünkü tarihin yazdığı en büyük insan ölüm kampları, Lenin’in kurduğu Sovyet Cumhuriyetindeki Gulag esir kamplarıdır. Milyonlarca kişi, bu kamplarda yok edilmiş, açlıktan ölüme gitmiş, binlerce kadın tecavüze uğramıştır. Bu kamplar şimdi unutulmuş, gündem ise Seydnaya Hapishanesi olmuştur.
Seydnaya Hapishanesinde, yıllar önce hücrelere konulmuş kadınların, babası belli olmayan bir iki çocukla dışarıya çıkması, bana Gulag esir ve toplama kamplarında gaz odalarına giden kadınlara, önce tecavüz edilip sonra öldürülmelerini anımsattı. Bunları okumak gerekir, okuyan bilir. Birkaç bin kadına, binlerce erkeğin gruplar halinde sıraya girerek tecavüz ettiği Gulag esir kampları, 50 yıl Sovyetlerin ve dünyanın yöneticilerinin ihtirası uğruna, insanlık işkencesini gözler önüne seren yerler olmuştur.
Ya Hitler ya da Agusbur’daki insanların yakıldığı fırınlar, Polonya’da trene doldurulup son istasyona geldiklerinde indirilen binlerce insanın, tren istasyonu diye girdikleri gaz odalarını da Seydnaya Cezaevi unutturmasın. Tarihte bunların nice romanları yazıldı, filmleri çevrildi.
Osmanlılar, Balkanları Viyana bozgunundan sonra teker teker geri verirken, Bulgaristan’da %50 Bulgar, %50 Türk nüfusu vardı. Açık nüfus sayımlarında bu belliydi fakat Bulgarlar öyle bir asimilasyona girdi ki, Balkanlar’da yaşayan Türk nüfusunu önce Pumak Türklerinden başlayarak, sonra gerçek Osmanlı zamanında yerleşmiş Türklere doğru uzanan, arada Makedonları da içine alan bir yok etme politikasıyla, 30-40 senede Türk nüfusunu %10’a düşürdü. Ülkenin %40 nüfusu, 50 yıl içinde ya öldürüldü, ya da adı Belene Esaret Evi, esir kampı ölüm hücresi olarak anılan yerlerde yok edildi; ya köyleri basan Bulgar çeteleriyle katledildi ya da Türkiye’ye göçe zorlandı. 1984 yılına kadar, aralıklarla asimile olan Türk nüfusu, 1984’te bütün Bulgaristan’daki Türklerin isim değişikliğiyle hat safhaya ulaştı. Todor Jivkov adlı faşist diktatör, 1984’ün aralığından Ocak sonuna kadar, isimlerini Bulgar ismi yapmayan Türklere o kadar çok işkence yaptı ki, kaçan kurtuldu, direnen öldü. Şimdi, Avrupa’nın bir ülkesi olan Bulgaristan’daki acıları, Seydnaya Hapishanesini görünce unuttuk mu?
Daha yeni yüzyılın içinde Bosna-Hersek acıların, ölümlerin, sürgünlerin, katliamların yaşandığı Boşnak Türklerinin derin acısı ve öldürülerek asimile edilmesi unutulur mu? Sırp kasabıyla ünlenen Slobodan Milošević, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılandı. Cesetleri sokaklarda parça parça edilmiş Boşnak anneler ve çocukları geri geldi mi? İnsanlık böyle bir acıyı yaşarken, Mehmet Akif’in “tek dişi kalmış” dediği canavarı hep birlikte gördük.
Kurtuluş Savaşı’ndan önce, Ege Bölgesi’ne çıkan Yunanlıların Batı Anadolu’da camilere doldurduğu Türkleri cayır cayır yakmaları, hamile kadınların karınlarını deşmeleri ve Türkleri Anadolu’dan silmeye çalışan bir zihniyetin yaraları unutuldu mu? Şimdi elbette ki Seydnaya Hapishanesi önemli, ama halk arasında bir söz var: “Allah bu acıyı unutturacak başka acı vermesin” diye. Şimdi tarihin köklerinden gelen ölümler, savaşlar, katliamlar, insanların yok ediliş ihtirasları, belki de birkaç günlüğüne Şam Hapishanesini görünce hepimiz derinden bir sızlama gerçekleştirdik. Biraz önce yazdığımız gibi, bu bitmeyecektir. Çünkü Orta Doğu coğrafyası, Davud Peygamber’in oğlu Süleyman Peygamber’in cinlerle birlikte inşa ettiği tapınak, Babiller tarafından, yani Büyük Babil Kralı Buhtunnasr tarafından yerle bir edilmiştir; sonra Perslerin yardımıyla Babil’e sürülen Yahudilerin geri gelişi, Roma Kralı Büyük İskender’in tekrar Süleyman Tapınağını yok edişi, daha sonra Hz. Ömer tarafından tekrar tamiri… hiç bitmeyen kıyasıya bir mücadeleyle neticede İsrail’in Büyük Orta Doğu Projesi’ne bugün gelip dayandığı, Suriye’nin parçalanması, Suriye’nin bölünmesi adım adım ilerlerken, Yahudilere vaat edilen “Arz-ı Mevud” fikri de sanki gerçekleşmek üzere.
Belki Esad, bir insan hakları mahkemesinde yargılanır mı, bilmem; ama bir Esad değil ki dünyayı savaşlarla yoğuran, ölümlerle yok eden.
Artık ben de sanki inanmaya başladım. Birkaç gündür de sosyal medyada izliyorum. Habil’i öldüren Kabil’in, Adem’in yılan anlamına gelen Havva’dan ikinci eşi olan yılan Havva’dan olduğunu bana da tasdiklettiriyorlar, çünkü Adem’in bir şeytanın yılan şekline girmesiyle oluşan eşi Havva’dan Kabil, Adem’in insan genlerinden oluşan eşi Havva’dan oluşan Habil. Biri cin soyu, ifrit soyu; biri insan soyu. İşte şimdi, birçok kimsenin ispat etmeye çalıştığı Kabil’den türeyen cin soyu Yahudiler, gerçekten Annunaki çocukları mı? Son günlerde 15-20 bin yıllık Göbeklitepe tarihi, peygamberler tarihinden sanki önce gibi. Gerek Göbeklitepe’de, gerek dünyanın birçok yerinde yapılan piramitlerin, yapılan uzay araçlarının iniş istasyonlarının keşfedildiği şu günlerde, gerçekten bu Amerikan zenginleri olan Rothschildler, Annunaki soyu mu? Her ne olursa olsun, Allah’ın bin yıllarca sınava tabi tuttuğu biz insanlar acaba son kıyametten önce yeniden sınanıyor muyuz? Şu da aklıma geliyor; Seydnaya Hapishanesinin beton hücreleri altında 50 yıl yaşayan insanların buraya kapatılışı, Zülkarneyn Peygamberi’nin Yecüc Mecüc’u yer altına veya bir değişik uzay boyutuna tıkaması örneğinin küçük bir yaşantısı mı? Tabii ki biri, kafirlere yakışan bir hareket; Zülkarneyn’in yaptığı Allah’a inanan insanlara yaptığı bir hizmet.
Tarihte üç kişiyle bir devlet kuran, nice imparatorluk olup dünyaya veren, Allah’ın benim yeryüzümdeki kılıcım dediği Türkler ancak Orta Doğu’ya çare bulabilir. Çünkü Türklerde, karşı insan soyunu yok edeyim diye bir savaş geleneği yoktur. Çünkü Türklerde, zalime karşı bir mücadele geleneği, yoksula, fakire, güçsüze eziyet eden zalimin karşısında durma geleneği hep vardır ve Türkiye’nin güçlenmesiyle ve Orta Doğu’ya müdahalesiyle belki de kıyamet öncesinin varışı kurulabilecektir.
Bir zamanlar dünya imparatorluğunun üzerinde Tanrı’nın kırbacı Attila gibi kumandanlara ihtiyacımız vardır. Bir zamanlar doğudan batıya büyük Osmanlı coğrafyasını kuran, Karadeniz’i ve Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Kanunilere ihtiyacımız vardır. Alparslanlara, Fatihlere ihtiyacımız vardır. Kurtuluş mücadelesiyle yeni bir Türkiye kuran, kurmaya önder olan Mustafa Kemal Atatürk’e ihtiyacımız vardır. Türk milleti sıkıştığında kendi içinden bu kahramanları hep çıkarmıştır. Bundan sonra da çıkaracaktır. Son Suriye hadisesi çözülmüş değildir. Kim nereden ne kapacak? Kim nerelere sahip olacak? Gerçek haritalar ileride kurulacaktır. Dünyayı teslim ettiğimiz NATO ve onun önderi Amerika ile diğer paktın ülkesi Rusya nasıl oldu da bir anda anlaştı diye hepimiz düşünüyoruz. Demek ki dünyada yeni güçlere, yeni paktlara, yeni oluşumlara ihtiyaç vardır. Bunun en güzel örneği Adriatik’ten Çin Seddine kadar yaşayan Türk coğrafyasındaki Türk kökenli milletlerin kuracağı Türk Devletleri Birliği ve onların kuracağı caydırıcı güç, Turan ordusu olacaktır.