Biz Yörükler yeni bir yurt yeri için yükümüzü yüklediğimize göçmek Yeni yurt bulduğumuzda yükümüzü indirdiğimiz yere konmak deriz. Lütfi’nin çocukluk hayatı göçüp konmakla geçti. Konduğumuz yer bir günlük bir haftalık veya bir mevsimlik de olsa orası bizim için yurt yeriydi. Bugün aklıma sarıyayla dediğimiz bozkır’daki veya bozkıra ulaşan özlerdeki çadır yerlerimizi bazı anılarla hatırladım sizlere de anlatmak istiyorum. Yılları bilmemekle beraber konduğumuz yerleri çok iyi hatırlıyorum Bakayım aklımda kaç yurt yeri kalmış.
Bir gün arkadaşım Ahmet saydam’la öğleden önce oğlakları Hacı Ramazan denen pınar’ın başında birlikte bekliyorduk. Oğlaklar yatıyor bizim annelerimiz de keçileri sağacaktı. Biz oyuna daldık oğlaklar gitmiş annelerimiz sütü sağmadan keçileri emmiş. İşte Bir Yaz günü Kara evimiz demir kapının kuzeyindeki bozkır’da Hacıramazandaydı.. O yıl aynı zamanda Kurban Bayramı yaza gelmişti. Ben yalnız başıma hacca Ramazan’dan demir kapı köyüne kavurma yemeye gelmiştim. Küçük bir çocuktum.Unutulmayan anılardan birisi Bir yaz Kale boğazı denilen yere konmuştuk. Annem Kara evimizin içindeki un çuvalından un çıkarıp hamur ve neticede bazlama yapacaktı. Birden bağırdı. Bir yılan un çuvalının arasına girmiş saklanıyormuş Kara Mustafa amcamın hanımı Ayşe koşarak geldi ve yılanı öldürdüler.
Yine aynı yerde bir ara şiddetli bir yağmur gelecekti. Annem beni Demirkapı köyündeki teyzesinin evine bıraktı. Çünkü Kara ev çadırdı Yağmur içine geçerdi. Ben annemin teyzesinde yattım Sabah oldu. Kara evimize gideceğim diye ağladım. Küçük bir çocuktum gidemezsin dediler. ‘Bayağı bayağı giderim.”demişim. İşte o gideceğim yer hem de yılanın çıktığı yer Cağrı ini denilen yerdi. Kara evlerimiz birkaç komşu ile yan yanaydı. Bir sabah annem yağıyormuş içindeki yağı tabağa koyacaktı. Tabak komşumuzdaymış annem tabağı getireyim dedi. Ben ve kardeşim birlikte koştuk tabağı o aldı ve gelirken düştü tabak dudağını kesti o kardeşim Mediha halen sağ ve çadırımızın olduğu o yerin adı da Güme Beleni yolağzıydı.Yarık için yurt yeri bitmez. Bir yazda Kara evimiz Demirkapı özünde Öküz ini denen yer ile Göynük denen yer arasındaydı. Çadır Komşumuz Kara Mustafa emminin davarları birden ölmeye başladı her gün birkaç tane ölüyordu. Ölen davarları çadırlarımızdan 200 metre ilerideki bir koyağı sürü yere götürüp bırakıyorlardı. Nereden geldiyse deve kartalları bu leşlere üşüştü. Bir keresinde yanlarına kadar vardım Kartallar üzerime doğru yürüdü. Çok korktum
Yine aynı yerde annem sabunu çadırın dışına koymayın derdi. Ben de unutmuşum. Bir karga geldi sabunumuzu aldı gitti. Ah o günler. Unutulur mu o yurt yeri. Bir yaz hastalandım. Neler yaptılar neler iyi olmadım. Çare için sevdiğimi bile içirdiler. Gözlerimden yaş geliyor boğazımda öksürük halsizdim. Annemin teyzesi geldi. Annemle birlikte etraftan Bir ot topladılar. Annemin teyzesi beni evine götürdü. Bir saç üzerinde kömür ve üzerine o getirdiği otları attı. Kafamı battaniye ile örtüler Naşımı silkelediler. Bana ne oldu bu dersiniz? Bana sinek sıçmış. Yani yeşil sinekler burnuma yumurtlamış boğazında kurtlar oluşmuş. O yaptıkları otun adı da kurt otu yemiş. Dumanından burnumdan ve boğazımdan kurtlar kendini bırakıp kömüre düşerek öldüler işte o yıl yazın Kara evimiz Havuz boğazındaydı. Şimdi gitsem o otlardan kurabilir miyim bilmem
Bir yazda abim çok hastalanmıştı. Doktora getirmek için erken götlük. Kara evimizin yeri karanı koyalım ileride Omar özüne giden yolun kenarındaydı.
Çocuktuk ama devamlı çalışırdık gücümüz yettiği kadar ya da becereceğimiz işleri yapardık. ‘Babam abimle bana sordu. “Bu yaz Demirkapı köyünün sığırlarını gder misiniz? diye. Tamam dedik ve o Yaz Demirkapı köyünün sığırlarını güttûk. Sığır gütmek kolay ama ya böyle tutmasa. Börek denen büyük bir sinek. Hayvanı fena ısırır. İşte o zaman hayvanlar kaçar ve darmadağın olur. Tekrar bir araya getirmek kadar zor bir şey yok. İşte benim çocukluğum tarih bilmez. Takvim bilmez. Olayları olaylarla karşılaştırarak yeri olaylarla eşleştirerek hatıra belleğime yazmışım bütün bunları böyle bir ortamda her şeyle karşılaştık. Fakat birisi var ki çok enteresan.
Biz Yörük çocuklarının evinde yumurta var peynir var yağ var tabiattan elde edilen her çeşit ürün var idi. Doğal beslenirdik bilmeden fakat her ne hikmetse şeker belki de ilk gördüklerimizden olduğu için canımız çekerdi. Bir gün dedemin develerini gidecektim. Gitmek istemedim. Arkadaşım Ahmet saydamdı. Annem gönlümü etmek için bazlamaların arasına kesme şeker koydu. Kesme şekeri görünce deve yükletmeye gönüllü gittim. Akşam oldu karaevlere dönecektik Ben develeri bir tarafa sürdüm Ahmet arkadaşım başka tarafa. Orada iddialaştık çadırımızın nerede olduğunu.
Sonra onun dediği yere doğru develeri biraz sürünce ben Yörük deyimi ile beynim dönmüş bu olayı hiç unutamam çadırımız havuz boğazındaydı. Deveyi güttüğümüz yerde Bayramın çeşmesinin yanıydı.
İşte böyle bir yaşam içinde doyduğum yerleri birebir hatırlasam da doğduğum tarihi hiç kimse söylemedi. Ve ben de yazmayı da kış mıydı diye bilenlere soruyorum onu bile hatırlayan yok.